On gün önce Lizbon’da idim. Uzun zamandır yazmayı planladığım pek çok şey var. Lizbon notları da onlardan biri; fakat gel gör ki aklımdaki pek çok fikir, yazmaya oturduğumda hepsi ayrı bir yere kaçıveriyor. Yakala ki yazasın.
Yazıyı başlık yazarken düşünmedim aklıma hemen ‘Farklıyız ama Aynıyız’ geldi. Lizbon eski İstanbul’a benzetilen şehirlerden birisi. İçinde Atlas Okyanusuna bağlanan Tejo nehrinin geçmesi, denizle olan bağı, yedi tepeli bir şehir olması, çok kültürlülüğü, Akdeniz kültürünü yansıtması , bir miktar oryantalist temaları, hatta bizim Boğaz Köprüsü gibi meşhur 25 Nisan asma köprüsü bu benzerliklere sayılabilir. Lizbon’da Grek, Arab ve Latin etkilerini binalardan, yaşam alanlarından da fark edebiliyorsunuz.
Diğer yandan İstanbul’a göre oldukça sessiz bir şehir. Zaten 1 milyon nüfusu olduğu söylenene şehrin İstanbul’un kozmopolit yapısı ile karşılaştırmak mümkün değil ama son zamanların tanımlaması ile tam bir ‘slow city ‘ diyebiliriz. Korno gürültüsü, telaş hissetmiyorsunuz. Öyle ki şehrin en merkezi meydanında Praco Di Commerco (Ticaret meydanında) deniz kenarında bir tekne kondurmuşlar. İçinde içecek servisi, önünde birkaç şezlong ve sandalyeye yerleşmiş insanlar ellerinde kitapları güneşlenip sakince anın tadını çıkarıyorlardı. Tartışmasız en sevdiğim karelerden birisi idi.
Bir toplantı için gidip, akşamında da üyesi olduğum PWN (Professional Women Network) İstanbul’un Lizbon ağında Başkanın davetlisi olarak akşam yemeğine katılınca çok detaylı bir Lizbon turu yaptığım söylenemez ama kısa kısa izlenim ve önerilerimden bahsetmek istiyorum.
Öncelikle ucuz bir şehir bence Avrupa’daki en ekonomik şehirlerden biri olduğunu net olarak söyleyebilirim.
Özellikle deniz ürünleri fiyatları oldukça uygun. Lizbon’da balık deyince Sardalya ve Cod fish yani Morina balığı akla geliyor. O kadar ki sadece Sardalya konserve satan bir dükkan bir prestij unsuru olarak sunuluyor. Morina balığından ise Bacalhau denilen pek çok farklı yemek alternatifi sunuyorlar; fakat genelde balığı tuzlama yaptıklarından dolayı olduğunu sanıyorum bana yemekleri çoook tuzlu geldi. Elimde litrelik su şişesi ile dolaştığımı söylediğimde abartmadığımı belirtmek isterim. Yine Morina Balığından bizim içli köfteye benzeyen Pastel Da Bacalhau isimli atıştırmalık bir yemekleri var. Patates ve morina balığını içli köfte gibi yapıp içine de eriyen bizim kaşar peyniri benzeri peynirlerinden koyuyorlar. Öğle yemeği için iyi bir alternatif olabiliyor. Deniz ürünleri için ise Ramiro isimli restaurant çok ünlü ama yer bulmak sorun olabilir.
Yazıya yemekten başladık bir başka meşhur tatlıları ise Nada . Nada aslında bir çeşit muhallebi dolgulu tart bence lezzetli idi. Her yerde görebilirsiniz ama en çok Belem Pastanesinde tatmanızı öneriyorlar. Ben Beleme gitsem de pastaneye uğramaya vaktim olmadı. Şehrin yine pekçok bölgesinde Portekiz şaraplarını tadım merkezleri var. Şaraplar hakkında tadım yapıp, beğendiklerinizi alabiliyorsunuz. Ben sek şaraplarda Douro bölgesinin şaraplarını beğendim. Porto şarabını da eşim sipariş edince ondan da aldım. genelde tatlı şarabı sevmem ama bu şarapların daha dolgun bir tadı olduğunu söyleyebilirim.
Lizbon’da sadece yemek değil ulaşım fiyatları da uygun. Havalimanı şehre çok yakın. Otel konumuna göre 12 ile 20 Eur arasında ödeme yapabilirsiniz. Özellikle grup iseniz bence taksi kullanmaktan çekinmeyin. Bu arada Lizbon sokaklarındaki en keyifli görüntülerden birisi de tarihi tramwaylar. Mutlaka bir tramway ile şehri dolaşmadan gelmeyin. Ayrıca meydanda Tayland’ın meşhur Tuktuklarını görebilirsiniz ama 20 eur gibi gereksiz fiyatlar söylüyorlar. Taksiler çok daha ekonomik.
Gördüğünüz fotoğraflar Praco Di COmmerco (ticaret meydanında) çekilmiş fotoğraflar. Meydandan önünde Rua Augusto kapısından Augusto caddesine geçebilirsiniz. İlk akla gelen tabi ki buradaki tarihi asansörle (St.Justa asansörü) şehrin üst bölgesi Bairo Altoya geçebilir ya da şehri tepeden izleyebilirsiniz. Gördüğüm kadarıyla şehrin kuşbakışı görmek için tek alternatif bu asansör değil, pek çok alternatifiniz var. Bario Alto kafe ve restaurantları ve canlı gece yaşamı ile tercih edilen bir bölge.
Portekiz sokaklarında dolaşırken dikkatinizi çekecek bir şeyde bina dış yüzeylerinin seramik karolarla kaplanması, daha oryantalist izlenim verse de hoşuma gitti. Kendilerine göre estetik bir yaklaşım oluşturmuşlar. tarihi alanda da binalar çok bakımlı olmasa da yine de bir Avrupa kültürünün altyapısını görüyorsunuz. Sokaklardaki estetik ve düzenli mozaik kaldırım karoları çok güzeldi.
Araba ile 25 Nisan Köprüsü, Belem bölgesindeki Kaşifler Anıtı, Belem Kulesi ve çok yakınındaki Darwin restaurant hızla uğradığım yerlerdi. Liman ve Marina bölgesi Lizbon’daki Dünya Ticaret fuarından sonra tamamıyla elden geçmiş ve oldukça şık bir bölge haline gelmiş ama maalesef ben akşam üzeri hızlı bir tur ve bir kahve molası kadar zaman geçirebildiğim için çok detay veremiyorum ama yine de gün batımında Atlantik okyanusunu geçen ilk uçağın yanında ve Belem Kulesinde hatıra fotoğrafı çekmeyi başardım.
Buraya gelmişken kesinlikle görmeden gelmeyeceğim dediğim 2 yer vardı;
-Gülbekyan müzesi
-Fernando Pessao’nın evi
İnanılmaz ama ikisini de görmeyi başardım.
Calous Gülbenkyan aslında İstanbul doğumlu bir Ermeni. Eğitiminin Londra’da tamamlamış, bir dönem Osmanlı bürokratı olarak da görev yapmış bir koleksiyoner. Özellikle İran_Irak petrollerinin dağıtımında İngiliz, Osmanlı ve Almanlar arasındaki aracı rolü ile tanınıyor. Hayatının büyük bir bölümünü Portekizde geçirmiş ve kişisel koleksiyonunu daha sonra adına olan vakıf aracılığı açılan müzede sergileniyor. Oldukça zengin bir resim, heykel ve iznik çinileri, çin porselenleri koleksiyonu var. Ardından modern sanat müzesi de açılıyor. Bu müzeyi görmeden kesinlikle gelmeyin derim.
Diğeri ise Portekizliler için en önemli edebiyatçılardan biri olan Fernando Pessao’nun evi. Hayatta iken tanınmama kaygısı içinde haraket eden bu yazarın öldükten sonra kendisine ait 10.000 sayfadan fazla eseri yayınlanmıştır. Türkiye’de de Can Yayınlarından ‘Huzursuzluğun Kitabı’ Türkçe yayınlanmıştır. Müze haline getirilen evi gezerken bize hemen Türkçe çeviriyi gösterdiler.
Bence Portekiz en az bir haftalık bir seyahati kesinlikle hakkediyor. Sadece Lizbon içinde değil, etrafında bulunan Sintra ve sayfiye kasabası Carcais tabi ki Porto şehirleri ile tamamlanacak bir seyahati planlarınıza almanızı öneririm.
Bu şehrin olmazsa olmazları;
– Sokaklarda dolaşmak mümkünse bir tramway turu
– Gülbenkyan ve Fernando Pessao müzesi
– Şarap tadımı ve Porta şarap satın alımı
– Bario Alto bölgesinde bir gece
– Zaman varsa Fado dinlemek
– Belem bölgesi: 25 Nisan köprüsünün altında sahilde dolaşmak, Belem Kulesi ziyaret