Bükreş- Gri Anıların Yeşil Şehri

Bükreş- Gri Anıların Yeşil Şehri 900 600 Aylin Satun Olsun

Yıl 1989. Bizim kuşağın ilk gençlik dönemi.  TRT Haber bülteninde Romanya Komünist Lideri Çavuşesku ve karısının kurşunlanarak öldürülme sahnesi donuk bir kare olarak zihnime işlenmiş.

Aradan yıllar geçti ama Romanya ne zaman konu olsa aklıma gri, donuk kareler ve Çavuşesku’nun kurşunlanma sahnesi gelir.

Geçen hafta Bükreş’te idim. Executive Liderlik Forumuna katılmak ve PWN diğer şehir ağlarından Yönetim Kurulu üyeleri ile “Yönetim Kurulunda Kadın” ve “Cinsiyet Dengeli Liderlikte Erkeklerin Desteği” konularını tartışmak ve ortak  projeler yaratmak için bir arada idik. Bir şehrin enerjisini tabi ki birlikte olduğun insanlar ve ortamda çok etkiliyor . 3 günde harika insanlarla , harika bir organizasyonda beraber olmanın enerjisi ve pozitifliğinin şehire bakış açımı değiştirmiş olması muhtemel ama yine de itiraf etmeliyim ki Bükreş göz ardı ettiğim bir şehir olmuş.

Boşuna “çok gezen mi , çok okuyan mı ” tanımlaması yapılmıyor. Gittiğin, gezdiğin her ülkede yeni şeyler öğreniyor, oradaki halkın duygularına ortak oluyorsun. Bükreş izlenimlerimi ve aldığım bilgileri; Romen arkadaşların zihinsel ve duygusal yorumlarından etkilenerek yazdığımı fark ediyorum. Bu sebeple bazı bilgiler, internette yazılanlardan daha farklı gelebilir.

Bükreş , İstanbul’dan 1 saatlik uçak yolculuğu ile ulaşılabilen oldukça ülkemize yakın bir şehir. Türkiye’den günde yediden fazla uçuşun olması, iki ülke arasındaki ticari ilişkilerin yoğunluğunun bir göstergesi olsa gerek. Geniş bulvarları ve yeşil alanları, büyük parkları ile önyargılarınızın aksine gri değil yeşil bir şehir; iklim itibari ile özellikle yazın çok sıcak olması sebebi ile şehrin üzerinde bir sis yoğunlaşması her zaman olduğu söyleniyor.

Avrupa’da içinden nehir ya da deniz geçmeyen tek başkent Bükreş. Çavuşesku’nun kanal açarak Tuna nehrini şehrin içinden geçirme projesini hayata geçirmeye ömrü yetmemiş.

Şehrin mimarı oluşumunda Osmanlı, Fransız ve Rus kültürünün etkilerini görüyorsunuz. Şehri “Küçük Paris ” olarak tanımlıyorlar. Özellikle Old Town denilen bölgedeki binalar , yine Parlemento binasının önünde uzanan ve Champ-Elysees’ den daha uzun olduğu belirten bulvar bu tanımlamayı doğrular nitelikte. Şaşırtıcı olan, oradaki arkadaşlardan öğrendiğime göre tüm bu değişim son 5 yılın eseri . Sorarsanız politikacılardan memnun değiller, orada bir değişiklik yok diyorlar ama tüm bu değişim bir sivil insiyatifin sonucu olduğunu söylüyorlar ama sanırım Avrupa Birliği fonlarının etkisi de büyük. Tabi ki geniş bulvarlar, 19.yüzyıldan kalma binaların pek çoğu 150-200 yıllık geçmişi var ama bir plan çerçevesinde yenilenme ,renove edilmesi ile şehre can vermişler.

Buraya ne için gelelim derseniz bence hafta sonu bir çift için, ekonomik  ve eğlenceli bir alternatif . Gece yaşamı oldukça aktif. Sokaklarda gece klüpleri, cafe ve restaurantlar özellikle hafta sonları çok yoğun. Canlı müzik alternatifleri oldukça fazla ve hayatta 24:00 deyince sona ermiyor. Yerel mutfak olduğu kadar dünya mutfağından alternatiflerin de sunulduğu pek çok restaurant var ve fiyatlar gerçekten çok uygun. Bira ve şarap kaliteleri de oldukça iyi ve ucuz. Hafta sonu farklı bir yere gidelim, biraz gezelim, kaliteli müzik, uygun fiyatlı eğlence ve yemek isteriz diyorsanız Bükreş oldukça iyi bir alternatif. Şehrin sanat yaşamı da oldukça haraketli. Pek çok müze ,sanat galerisi şehri sarmalamış durumda. Benim gittiğim hafta müzeler haftası olduğu için müzeler sabaha kadar açık idi ve müzelerin önünde uzun kuyruklar oluşmuştu.

Ne yapalım ? Nereye Gidelim ?

Ben günün büyük bölümünü toplantıda geçirdiğim için çok fazla alternatif keşfetmesem de iyi tercihleri, önerilen yerleri gördüğümü düşünüyorum. Kısa Kısa anlatmaya başlayalım;

Hotel Cismigiu’da kaldım. Old Town ‘a yakın, çok merkezi bir konumda yer alıyordu. 4 yıldızlı bir otel. İsmini hemen arkasında yeralan “Çeşmeci Parkından” alıyor. Oldukça eski olan binanın yenilenmesi birkaç yıl önce tamamlanmış. Lokasyonu, hizmet kalitesi ve fiyat dengesi ile keyifli bir otel. Öneririm. www.hotelcismigiu.ro

Görülecek Yerler

Mutlaka panoramik 3-4 saatlik bir rehberle tura çıkmanızı öneririm. Ben bize destek olan rehberin iletişim bilgileri paylaşacağım.

Old Town (Lipscani) – Eski saray dışında , yenilenmiş 19.yy Fransız ve İtalyan mimarisinin ağırlıklı olduğu binalar , Arnavut kaldırımlar ve pek çok kafe, restoran, antikacıların bulunduğu bölge. Burada özellikle görmenizi önereceğim bir kitapçı var ki harika.

Carturasti Carusel isimli bu kitapçının üst katında bir cafe de var. Aydınlık tasarımı ile kitaplar, CDler arasında dolaşmak ve üst katta bir kahve için mola vermek harika oluyor.


Caruci Bere  Bir akşam mutlaka gitmeniz gereken restaurant. Dans gösterisi ve müzik sanırım belirli günler oluyor. Oldukça popüler bir mekan.

Bordello Night CLub   Canlı müzik, Showlar ile eğlenceli bir gece sizi bekliyor. Oldukça yetenekli bir gruptan pop &rock ağırlıklı müzik dinledik.

Herastrau Parkı- parkın içinde tüm otantik  Rumen evlerinin toplandığı bir müzede var.

Zafer Yolu (Cale Vittoriei )- En eski bulvarlardan birisidir. Bulvarda bulunan eski saray istisnai Rumen bir mimarın imzasını taşır. Ünlü markaların yer aldığı , şehri Old Town’ a bağlayan bulvar.

Revolution Meydanı- Çavuşesku’nun ayaklanan halka son kez seslendiği Spark gazetesi binası, burası Politika  binası olarak da adlandırılıyor bu meydanda yer alıyor. Meydanda yer alan Wings (kanatlar) heykelinin yerinde de eskiden dev bir Lenin heykeli varmış. Yine aynı meydanda yer alan Hilton otelin de şehirde önemli bir geçmişi var. 2. Dünya Savaşında Athena Palace adındaki otelde savaş döneminde Newyork’lu Yahudi gazeteci ile Bükreş’teki Alman memurun aşkı dilden dile anlatılıyor. Otel Komünist rejim döneminde revizyon yapıldığı için , estetik olarak şu anki otelin binasının eskiye göre  daha çirkin olduğunu söylüyorlar.

Çavuşesku’nun devrilerek, komünist rejimin sona erdiği dönemleri rehberimiz şöyle anlatıyor;

Her şey 1977 yılındaki büyük depremden sonra başladı diyor. Çavuşesku ilk etapta dışardan aldığı borçları ödemek için ciddi bir kemer sıkma politikası uyguluyor. Bir yandan dev projelerle ülkeyi tekrar kalkındırmaya çalışırken, bir yandan da dış borçları ödemek için halkın kemerlerini sıktıkça sıkıyor. Temel özgürlükler sürekli sınırlanıyor. Herkesin dinlendiği, kontrol altında tutulduğu bir dönem. 1989 kışı çok soğuk. Isınma ve gıda yokluğu çeken halk ayaklanıyor. Bastırma için müdahalelerde rakamlar farklı telaffuz edilse de 100’ün üzerinde halktan insan hayatını kaybediyor. Çavuşesku halkı sakinleştirmek için konuşma yapmaya karar veriyor. Dışarda öfkeli kalabalık sakinleşmiyor ve işler çığırından çıkıyor. Çavuşesku ve eşi Elena , binanın çatısından helikopter ile kaçıyor ama onun asıl beklemediği, askerin  ona sırtını dönmesi oluyor. o gün günlerden 21 Aralık. Çavuşesku ve eşini Bükreş’in 40 km ilerisinde bir kasabaya götürüyorlar ve birkaç gün içinde  Christmas günü kurşuna diziliyorlar.

Rumenler dindar bir toplum. Apar topar kurşuna dizilmesinden özellikle de Christmas günü olmasından hüzün duyuyorlar. Bu müdahalenin dış kaynaklı olduğundan neredeyse %100 eminler.

Parlemento Binası: Gezmek için önceden rezervasyon yapıp, pasaportunuzun yanınızda olması lazım. Bu bina ile ilgili Rumenler karışık duygulara sahipler. Bir yandan Pentagon’dan sonra dünyanın en büyük yönetim binası olmasıyla, tüm malzeme, işçiliğin %100 Rumen yani yerel kaynaklarla yapılması ile övünülüyor; fakat Parlamento binasının yapılması esnasında özellikle monarşi dönemine ait kilise, hastane, sinagog vb. irili ufaklı 30.000 üzerinde binanın yıkılmasını da hüzün ile hatırlıyorlar. Yaklaşık 70-80 yıl Monarşi rejimi altında, Almanya’dan getirilen bir prensin yönetiminde idare edilmişler . şaşırtıcı bir şekilde o dönem onların en fazla gurur duyduğu dönem.

Binayı Elena Çavuşesku’nun yeğeni olduğu iddia edilen 27 yaşında genç bir mimar kadının liderliğinde; tamamı  Rumen genç mimarlar tarafından  inşa edilmiş. Binanın için de Parlemento, Yargıtay ,Senato vb. yönetim ve yargı birimleri görev yapıyor.

Çavuşesku bu binayı Kuzey Kore ziyaretinden sonra ülkedeki tüm idari birimleri tek bir komplekste toplama ilhamını alarak planlandığı söyleniyor. 1984’de inşasına başlanan bina , her ne kadar 1989 yılında Nikola Çavuşesku bittiğini söylese de bina tamamlanmamış olduğu bildiriliyor.

Bina ile ilgili tartışmalar hiç bitmiyor. Masrafları azaltmak için sürekli fuar, kongre , toplantılar için salonları kiralanıyor. Birkaç yıl önce Trump’un binayı satın almak istediği 2 milyar € verdiği ama satılmadığı yine söylentiler arasında.

Binanın kendi başına bir anlamı yok bence ama o dönemi, yaşananları ve hikayeleri binayı farklı ve özel yapıyor. Büyük salon balkonu ve üst terastan  Bükreş’i geniş açı ile görmek de güzeldi. Binanın iç duvarlarında ise Çavuşesku’nun ressamı olarak anılma talihsizliğine sahip, bence  etkileyici resimleri olan Balasca’nın tablolarını da görebilirsiniz. Ressam mavi rengi yoğun kullanması ile tanınıyormuş.

Benden 3 günlük Bükreş seyahatinin ardından kalanlar bu kadar. Ülkeyi bütünüyle ele alacak olursak yapacak çok şey, gezecek çok yer var. Transilvanya’ya , Drakulaya dikkat ederseniz hiç girmedim bile. Sonuçta burnumuzun dibinde , bizimle de uzun tarihsel bağları olan bu ülkeyi de seyahat planlarınızın dışında bırakmayın derim.

 

 

 

 

 

Web sitemiz, çoğunlukla 3. taraf hizmetlerinden gelen çerezleri kullanır. Konu hakkında daha fazla detay için Gizlilik Politikamızı okuyabilirsiniz.